Nehrin Dibinden Üflenen Nefes
Konjic’te durmuş, şehrin
meşhur çileğini tatmış ve şehri ufak bir gözlemleme fırsatı olmuştu. Savaş sonrası “Gazi Camii” diye anılmaya
başlanmış ve buna istinaden kasıtlı olarak onarılmamış minaresiyle Vardacka
Camii ziyaret edilmeliydi. Savaşın tüm acımasızlığı ve düşmanın nefreti
insanların dışında önem atfedilen yapıları da vurmuştu. Havan topuyla vurulan
bu camiinin vurulma amacını ekibimizin tarihçisi yandaki kiliseyle ilgili
olabileceğine dair rivayetten söz etmişti. Nitekim böyle komplekse sahip
olduklarını Mostar’da tepeye dikilen haçtan anlamıştık. Oysa Bilge Lider’in
işaret ettiği gibi “hilal” gökteydi ve olduğu sürece Müslümanlar var olacaktı.
Mostar’a
vardığımız gün biraz dinlendikten sonra köprüyü görmek için evden dışarı
çıktık. Ufak yürüyüşün ardından köprüyü cepheden gördüğümüz o ilk an paha
biçilemezdi. Akşam olmasına rağmen cesametiyle orada öylece duruyordu. Mimar
Sinan’ın öğrencilerinden Mimar Hayreddin’in şaheseri bu köprüyü savaş sırasında
toplarla vuran Hırvatlar, Osmanlı bakiyesi Türkiye’nin takdire şayan
katkılarıyla tekrar eski hüviyetine uygun şekilde yapılmıştı. Evliya Çelebi her
şeye rağmen köprüye iltifatında haklıydı.
Ertesi gün Koski
Mehmet Paşa Camii’nde cuma namazını eda ettikten sonra camiyi incelerken bir
anda kendimizi minarenin tepesinde buluverdik. Minareden Mostar Köprüsü’nü
seyretmek Bosna seyahatine dair en hoş anlardandır diyebilirim. Camiiden
çıktıktan sonra gündüz gözüyle köprüyü ziyaret etmiş ve akabinde Kravitse
şelalesine doğru yola koyulmuştuk. Bir tabiat harikası olan Kravitse Şelalesi,
Bosna’nın incilerinden. Gün bir Osmanlı kasabası olan Poçitel ile daha da
güzelleşmişti. Tarihi miras listesine alınan Poçitel, taş evleri, gözlem kulesi
ve camisiyle bizi etkilemişti. Neum dönüşünde bir kez daha uğrayacak ve şehri
tepeden seyretmek için fazladan vakit ayıracaktık.
Mostar’dan
Saraybosna’ya dönmeden bir gün evvel Blagay Tekkesi’ni ziyaret etmiş ve bir
nehrin kenarına nasıl bir özgüvenle böyle mütevazı bir eser inşa edilebilmiş
sorusunu sormuştuk kendimize. Bektaşi tekkesi olarak inşa edilen bu tekke Bosna
Müslümanlığının yayılmasına büyük katkı vermişti şüphesiz. Hali hazırda
faaliyetlerini sürdüren tekkenin içerisine girişin ücretli olmasına biraz sitem
etmiştik açıkçası. Tekke kapısının çıkışında bir masada oturan amcanın
Türkiye’den geldiğimizi öğrenince verdiği samimi tepki Bosna’nın bizlere olan
tarihi derinliğe sahip muhabbetine bir delildi hiç şüphesiz.
Şehrin kendisi ve çevresinin maddi manevi güzelliklerinin
yanı sıra Mostar hala zaman zaman yoğunlaşan kaosuyla Müslümanların zorluklarla
karşılaştığı bir belde. Köprüde tanıştığımız Ahmet’in Boşnak arkadaşının tek
başınayken emniyette hissetmemesi, Hun Dağı’nda bulunan haç ve Hırvatların
şehrin üzerinde hak iddialarında bulunabilmeleri şehrin hala dinginliğe
erişmediğini gösteriyor.
Euro 2008’de Türkiye’nin Hırvatistan’a galip gelmesinin
ardından bu şehrin sokaklarında Boşnakların kendilerinin galibiyetiymiş gibi
sevindiklerini öğrenmem belki de tekrar ziyaret etme isteğimi pekiştirmişti.
Şehirden ayrılırken bir elveda bırakmıştım. Bir daha görüşmek nasip olur
temennisiyle…
(Bu yazı İnsicam Dergisi'nde yayınlanmıştır.)
Yorumlar
Yorum Gönder