Katedral'in arkasında İtalyankesiciler

 


 

 Üç arkadaş, İsviçre'nin tabiatıyla dört gün hemhal olmuş ve Alp Dağlarını takip ederek İtalya'ya doğru hareket etmişti nihayet. İtalya'nın en hareketli şehirlerinden olan Milano'yu gezmekti niyetleri. Güzel de başlamıştı ancak sonu aksiyon filmlerini aratmayan cinstendi.

  İsviçre'den İtalya’ya geçişte birçok farklılık mevcut diyebiliriz. Yol işaretleri belirginliğini kaybediyor, tabiat sarımtırak bir hale bürünüyor ve arabaların kalitesinde bir düşüş çarpıyor göze. Como'yu geçtikten bir buçuk saat sonra Milano'ya varmıştık. Planımız şehrin merkezinde bulunan büyük Katedrali, Galleria Vittorio Emanuele(bizdeki kapalı çarşı) ve tarihi kaleyi görmek ve helalinden pizza yemekti. Öncesinde bir pastanede abdest alıp namazı kıldık ve akabinde San Siro stadına koyulduk. Futbol tutkunu bir şehrin 100 yıllık tarihe sahip San Siro, şehrin iki ezeli kulübü İnter ve Milan’ın derbisiyle 1926’da açılmıştır. Bugün iki kulübün ortak stadı olarak kullanılmaktadır. ( Bir diğer ismi Giuseppe Meazza Stadyumu’dur.)

 Planda olmasa da Milan- Newcastle şampiyonlar ligi grup maçına bilet bulunursa gidilecekti maça. Ekipten iki arkadaş futbol tutkunu olduğu için daha istekliydi. Ancak maç saatine çok yakın vakitte geldiğimiz için trafik yoğunluğuyla karşılaştık. Kaldı ki biletimiz de yoktu. Park yeri de bulamadık… Şoför arkadaş dayanamadı ve arabadan inip stada doğru yol aldı. Hemen koltuk değiştirmiş ve yola devam etmiştik. Bu sırada İngiliz ve İtalyan taraftarlar stada hareket ediyordu. Birçoklarının elinde bira vardı. İtalyanca ve İngilizce tezahüratlar birbirini takip ederken İtalyan taraftarları torpil patlatıyorlardı. Milan’ın erkek taraftarlarında göze çarpan ilk şey: kamusal alan olmasına aldırmadan tişörtlerini çıkarması ve yarı çıplak gezmeleriydi… Futbolun sadece futboldan ibaret olmadığını düşünen birisi olarak taraftar tavırlarının mevcut beldenin halkına dair işaret taşları olduğunu düşünüyorum.

 Arkadaşımızın maça girdiğini öğrendikten sonra Duamo Katedral'inin yolunu tuttuk. Karnımız da acıkmıştı… Bir an önce park yeri bulup helal pizza yemeyi hedefledik. Duamo Katedrali'nin arka sokağında ücretsiz park bulduk. Arabayı park ettikten sonra katedralin oraya doğru hareket ettik. Beyaz-gri tonlarından oluşan dış mimarisi birçok insan heykeli ile ürkütücü bir intiba bıraktı ilk bakışta. Yapımına 1386’da başlanan eser ancak 500 senede inşa edilmiş. Avrupa’nın dördüncü büyük katedrali olan Duomo, Milano’un merkezinde bulunuyor.  Soğuk ve korkutucu büyüklüğe sahip yapının kapısı kapalı olduğu için girmedik. Gotik mimarinin ürkütücü hali bu yapıda da kendini açığa çıkarıyordu. Daha sonrasında Galleria Vittorio Emanuele tarafına doğru geçtik. İtalya’nın en eski alışveriş merkezi olan mezkûr yapı İtalya’nın ilk kralı  II. Vittorio Emanuele’nin ismini taşımaktadır. Bir 19. Yüzyıl eseri olan avm/çarşının mimarı Giuseppe Mengoni’dir.  Milano’nun en yoğun yerlerinden birisi olmasının yanı sıra dünya çapında giyim markalarının da dükkânlarını içerisinde barınıdırıyor. Duomo Katedrali ve Galleria Vittorio’nun yan yana bulunması devasa bir turist sirkülasyonunun da önemli bir gerekçesi olarak karşımızda duruyor.   İnsanlar katedralin büyük cephesinin önünde fotoğraf çekiliyor,  merkezi caddede dolanıyordu.  Bir nevi turistik ritüellerini gerçekleştiriyorlardı.

  Açıkçası diğer Avrupa şehirlerine göre Milano kılık kıyafet serbestisi konusunda oldukça ölçüsüz. Seküler Türklerin örnek aldığı batıyı İtalya'da görmüş olduk. Belki de turistik bir şehir olduğu için tam olarak İtalya halkını temsil etmiyor diyebiliriz ancak ara sokaklarda da farklı bir tablo söz konusu değildi. Çarşı içerisinde ünlü İtalyan markalarının dükkânları ve farklı milletlerden insan akını bekliyordu bizi. Çarşı dört çıkıştan oluşuyor, mimarisi hoş. Üst tarafı camekân, tarihi doku korunmuş. Mütemadiyen insan koşuşturmacası bir süre sonra gözleri yorabiliyor.

  Çarşıdan çıktıktan sonra helal pizza aramaya koyulduk. Birkaç kişiye sorduk, internetten baktık. İtalyan restoranlarında helal pizza yapan yer oldukça az ve akşam vakti olduğu için kapalıydı birçoğu. Bir Türk restoranında İtalyan usulü pizza yedik mecburen. Yemek sonrası namaz kılmak için müsait yer istediğimizde restoran sahibinin yasakladığını öğrendik. “Müsait yerimiz yok” ile “kılmak yasak” ifadeleri arasında ciddi farklar var. Verilen cevaba şaşırmıştık ancak tepkiyi kasiyere vermek manasızdı. Arabaya dönüp namazı kıldıktan sonra merkeze döndük tekrar. Tarihi kalenin oraya doğru harekete koyulurken iki adam bize bir şeyler sordu. Ben tedirgin olurken arkadaşım cevap verdi. İngilizce başlayan diyalog Türkçe devam etmişti. Türk olduğumuza ihtimal vermeyen abiler buraya fuar için gelmişler. Daha sonra tekrar kalenin orada karşılaşınca aslında İstanbul'da birbirimize çok yakın mesafede oturduğumuzu öğrenmiştik. Evet, dünya küçük bir yer. Daha sonrasında İzmir ve Balıkesir'den gelen Türk kafiledeki teyzelerle karşılaşınca bu küçüklüğü tekrar hissetmiştik. İtalya'da İtalyanlardan çok Türklerle muhatap olmuştuk.

Diğer arkadaş maçtan gelmişti ve bir Filistinli’nin dükkânında yemek yemeye geçmiştik. Yemek yedikten sonra şehrin merkezini gezelim dedik… Fakat olanlar olmuştu. Kiraladığımız aracın kelebek camı kırılmış, neyse ki sadece benim cüzdanım çalınmıştı. Oysa altında çok daha kıymetli eşyalar vardı. Yanıma alıp almamakta tereddüt ettiğim cüzdanım yoktu artık. Araç kiralama firmasını arayıp durumu izah ettiğimizde bizi polis istasyonuna yönlendirdiler. Haritadan hareketle adrese geldik, heyecanla içeri giren arkadaş üç İtalyan askerinin öfkesi ile karşılaşmıştı. Polis karakolu yerine lejyoner binasına gelmiştik. Sert tepki aldık ve derdimizi anlatamadık bir süre. Askerler İngilizce bilmiyordu anlaşılan, ya da tercih etmediler. Sonunda çeviriden anlaştık ve adresi aldık. Karakola vardık ve kapının önüne arabayı park ettik. Kapıda bizi bir erkek polis karşıladı. Durumu izah ettik ancak İngilizcesi pek de iyi değildi. İçeride İngilizce bilen biri var mı diye sorduğumda var dedi ancak yabancı ülkede, hem de yardım umduğumuz bir durumda, olduğumuzu hatırlayıp çağırabilir misiniz diyemedim. Neyse ki içeriye girdiğimizde İngilizce bilen bir kadın polis bize yardımcı oldu. Rapor yazmamız gerektiğini söyledi üçümüzün de. Ancak benim bir saat sonrasına Bregenz yolculuğum vardı. Benim yerime arkadaş yazsa olur mu sorusuna olumlu yanıt almıştık. Bu sırada aracımızın kapının önünde olmasının güvenli olup olmadığını sorduğumuzda bilemeyiz cevabını almıştık. İçerisi de sadece görevli araçlar içindir uyarısıyla İtalyan nezaketinin ne demek olduğunu anlamış olduk. Çok susayan diğer arkadaşımız için bir bardak su istediğimde "veremiyoruz maalesef, ancak içerde otomat var" dönütünü almıştık. Şu olay Türkiye'de yaşanır mıydı acaba?

Otobüs terminaline on dakika kala varmış ve vedalaşmıştım bizimkilerle. Onlar tekrar İsviçre tarafına geçecekti. Yarım saat önce olan biletin bir buçuk saat rötar yapmasından ötürü biletim yanmamıştı. Belki de İtalya'da başıma gelen en güzel şey bu rötardı. Her seyahat bir derstir ve İtalya dersini misliyle almıştık.


(Bu yazı Yediveren Dergisi'nde yayınlanmıştır)























Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Turizmin Esaretinde İnanç Göstergeleri

BREGENZ’DE CAMİ MERKEZLİ FAALİYETLER