Kant’ın Ödevinden Ders Çıkarılmalı mı?
Geçtiğimiz
150-200 yıl öncesine değin "hayat"ın nasıl yaşanması, neyin nasıl
yapılması ve içtimai iklimin hangi aşamalara göre belirlenmesi ile ilgili bütün
meselelerin "referans"ı din idi. Ahlak temellendirmesi aleni şekilde
din üzerinden yapılırken Avrupa'nın döneminin "modernist"
dindarlarının öncülüğünde farkında olarak yahut olmayarak din, içtimai hayattan
tecrit edildi ve herkes kendi inancı ile baş başa bırakıldı. Yerineyse profan
bir söylem getirildi. Dinin belki de en mühim kaidelerinden olan "ahlak"
bir süre başıboş kaldı. Ancak bu böyle gitmezdi, dine de dönmek bilime uygun
düşmezdi. O zaman yerine ne koymalıydı? Kant, modern Avrupa'ya bir öneri sundu
ve adına "ödev ahlakı" dendi.
Avrupa'ya
yaptığım çeşitli seyahatlerde dikkatimi çeken belirgin üç şeyden söz
edebilirim:
Temizlik,
donukluk ve disiplin. Klasik anlatı haline gelen "yaya yolunda" bir
km öteden duran araçlar, yere çöp atmamaya gösterilen özen vb. şeyler
Avrupalının itibarını görünürde kurtarmaya kani olmuştur hep. Formal anlamda
saygı, maaşı vaktinde ödeme ve karşıdan karşıya geçerken çıkarılmayan zorluk.
"Medeni olmak bu olsa gerek", "Adamlar bir tek çöp bile
atmıyor" cümleleri "Adam benim geldiğimi görmeden duruyor
neredeyse" ile devam eder. Müthiş bir illüzyon ile karşı karşıya olduğunu
anlamaz bile.
Oysa, aynı
insan topluluğu "savaş mağduru" olanı ülkesine almamak için çırpınır,
iş hayatında yükselen "öteki"ye iyi bakmaz ve mevcut halinin birkaç
yüz yıllık müstemlekecilik sonucu olduğundan hayıflanmaz. Medenilik biraz da
böyle bir şey galiba?
Avrupa’ya
ilk yolculuk yaptığımda mezkur anlatılara yakından müşahitlik etmiş, oraların
“öteki”lerinin hikayelerini dinlemeye çalışmış ve monotonluğun donuk yüzüyle
tanışmıştım. Ne ki bu birkaç sefer ile tekrar edecek ve her gitmeye yeni
meseleler ekleyecektim heybeme. Temizlik hassasiyetinden çöplerin tasnifiyle
söz edebileceğimiz sistemle okulda sırf Türk olduğu için daha fazla çalışmasını
mecbur kılan sistem aynı mıydı? Teyzem, kendi çocuklarına “siz normalden iki
kat daha fazla çalışacaksınız” tembihinde bulunma mecburiyetinde neden kaldı?
Kamusal
alanda görünüşünden dolayı başörtülü birine tahkir edici hareketlerde bulunan
insanın görevi başında bir hemşire olarak hastasının acısına ortak olabilmesi
nasıl bir sistemin ürünüdür? Yahudilere yapılan soykırımı mütemadiyen kınayan
insanın Ortadoğu’da olup biten hakkında tek kelam etmemesi hangi ödevin ahlakı?
Almanya’dan
uçakta gelirken tanıştığım bir abi “Türklerin artık kalifiye işlerde var olmaya
başladığını, birçok önemli meslek sahibi olabildiğini” belirtirken öte yandan
bunun yerliler tarafından pek de hoş karşılanmadığını söylediğini hatırlıyorum.
“Son dönemlerde artan aşırı sağ haraketlerinin bu kazanımlarla bir ilgisi
olabilir mi?” diye bir soru sormaya gerek yok zannediyorum. Kant ve verdiği
ödev Avrupa’yı belirli bir disiplin içerisinde tutarken “vicdani” anlamda bir
söz söylemiyor dersek beylik laf etmiş olmayız herhalde. Ancak görünürde de
olsa “öyle ya da böyle” bir sistemin tayin ettiği formal bir ahlaktan söz edebiliyoruz.
Peki biz
Müslümanlar olarak ait olduğumuz dinin cihanşümül ahlakına ne kadar uyum
sağlayabiliyoruz? Trafik örneğinde Kant’ın ödevine uyan Batılıdan kendimizi
tefrik etmek bir yana kıyaslayabiliyor muyuz? Alın teri kurumadan işçiye
hakkını veriyor muyuz? Verdiğimiz söze uyuyor muyuz? Vakte riayet ediyor muyuz?
Bir faninin sunmuş olduğu reçeteye azami derecede saygı gösterenlerden ilahi
yasalara teslim olarak tefrik edebiliyor muyuz kendimizi? Tırnak kesiminde dahi
tefrik usulünü bize gösteren Nebi(a.s)’a layık mıyız?
(Bu yazı İnsicam Dergisi'nde yayınlanmıştır)
Yorumlar
Yorum Gönder