Zahir Bize Ne Söyler?


 

 

      İnsan, içerisinde bulunduğu içtimai hayattan ari değildir. Elbette ferdi manada belli bir özgünlüğe sahip olabilir ancak toplumdan tevarüs eden şeylerin sirayeti kaçınılmaz. Maddi ve manevi yönden nerede duracağına dair büyük bir etken.

  Yol boyunca genel ahvalden konuştuğumuz; tespit, tebrik ve tenkit üzerinden birtakım değerlendirmelerde bulunduğumuz mihmandar abinin Özbek halkı hakkında dile getirdikleri genel tablo için oldukça mühimdi. Özbek halkının mali anlamda dar boğazda olmalarının yanı sıra yüz- yüz elli yıldır süregelmiş Rus baskısı  halkı etkisi altına almış ve yaşanılan hayata dair arızi neticelere sebep olmuştu. Beraber geçirdiğimiz süre zarfında mihmandarın sürekli olarak vurguladığı “Fergana vadisi farklı, Ruslar oraya diğer vilayetler kadar etki edemedi. Dini yaşantı daha yaygın ve hakim” ifadelerini yerinde gözlemlediğimde hak vermiştim ancak düşülmesi gereken birkaç şerh ile birlikte.

  Daha önce bahsettiğimiz üzere Özbek halkının yeniden toparlanabilmesi için mühim olan “dua, mihmandarlık ve vefa” gibi güzel hasletlerin dayanmış olduğu gelenek ile “dinin aslı” arasındaki çizginin bize ne söyleyeceği ehemmiyet teşkil ediyor. Fergana özelinde, Özbekistan genelinde gözlemlediğim kadarıyla yaşanılan din ile süregelen gelenek başa baş gidiyor ve kimi zaman gelenek ağır basabiliyor. Bu hikaye bir yerden tanıdık gelebilir ancak o başka bir yazının konusu…

    Yola çıkarken dua etmeyi görev edinirken öte yandan namaz hassasiyetinin cumadan cumaya olması, mahremiyet hassasiyetinin düğünlerde uğradığı kırılma ile kadın ve erkeğin toplumdaki konumu bize genel hatlarıyla gelenek ve dinin Özbekistan’daki durumu hakkında ipuçları veriyor. Esas ilgi çekici mesele ise birçok noktada içtimai düzende ortak özelliklere  sahip iki ülkenin (Türkiye- Özbekistan) birbiri ile kurmuş olduğu ikili münasebet.

  Andijan’da beni ağırlayan abi  şöyle bir yorumda bulundu; Türkiye ve Özbekistan’ın yapmış olduğu, başta ekonomi olmak üzere, anlaşmaların meyvesinin 10-15 sene içerisinde  daha iyi alınacağını, Türk tacirlerin yahut yatırım niyeti olan “orta sınıf”ın bu fırsatları iyi değerlendirmesi gerektiğinin altını çizdi. Bu yorum beni oldukça düşündürmüştü. Acaba Özbekistan’ın 20 sene sonrası bugünün Türkiye’si mi olacak?

  Muhafazakarlar ve liberallerle aynı çizgide buluşmayı konjonktürün icbarı olarak gören “mevcut devlet yönetiminin” 20 sene sonunda Türkiye’yi getirdikleri nokta bize ne söylemeli?  Dinin hakim olduğu alanın ferahlayacağını düşünürken içtimai alanda verilen tavizlerin serencamı hiç de iç açıcı değil. Şehit isminin yanında dj eşliğinde diskovari ortamın içerisinde büyüyen/yetişen(?) bir gençlik, Asım’ın neslinden haberdar mıdır? Tam da bu noktada iki ülke arasındaki ticari ve kültürel ilişkilerin nihayetinde oluşacak tablo kesinlikle üzerinde tefekkür etmeye değer.

 Modern lavabolara rağmen ibrikten ödün vermeyen Özbekler, ekonomi merkezli değişim ve dönüşümde ibrikten fazlasını mı verecek? Başkent Taşkent’te dikilen koca koca binalar, kadim mimari anlayıştan verilen tavize fazlasıyla delilken, 15-20 sene sonrasında “refah”a eren ancak “felah” sıkıntısı çeken bir ülkenin habercisi mi?


 (Bu yazı İnsicam Dergisi'nde yayınlanmıştır.)


 





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Turizmin Esaretinde İnanç Göstergeleri

Katedral'in arkasında İtalyankesiciler

BREGENZ’DE CAMİ MERKEZLİ FAALİYETLER